Lozan Konferansı'nda Nüfus Tartışmaları

Mümtaz PEKER  BELLETEN, Cilt: LXIX - Sayı: 256 - Yıl: 2005 Aralık, 256

Cumhuriyet yönetiminin, eğitim kurumu aracılığı ile genç kuşaklara bazı şeyleri iyi öğrettiği gözlemlenmektedir. Bunlardan ilki Sevr Antlaşması’nın ulusun yok oluş belgesi, Lozan Antlaşması’nın ise kurtuluş ve yeniden yapılanma belgesi olduğudur. Ne var ki, her iki antlaşmaya taraf ülkelerin konferans dönemi ve öncesindeki tutumları, davranışları konusunda genç kuşaklara yeterli bilginin aktarıldığını söylemek güçtür. Öte yandan her iki antlaşmanın arka planındaki olaylar üzerine tarafların gelecekte yapabileceği tartışmalar, takınacakları tutumlar üzerine tarihi belgelere dayalı bilgi üretimi de yeterince yapılmamıştır. Bunun günümüzdeki çarpıcı örneği nüfus konusu üzerine yapılan tartışmalarda görülmektedir.

Günümüzde tartışmanın geldiği nokta iki açıdan önemlidir:

i. Lozan Antlaşması öncesinde on yılı aşan uzun savaş döneminde devletlerin, etnik grupların uyguladıkları tarihsel kökleri olan davranışlarının ve bunların sonuçlarının bir kenara atılmasıdır. Tartışmalar bunlar yok kabul edilerek sürdürülmektedir. Bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nden ise 1915’te Osmanlı Ermenilerinden bir bölümünün, ordunun savaştığı bölge gerisinden İmparatorluğun başka bir bölgesine zorunlu göçü (tehciri) esnasında karşılaştıkları olayları “bir etnik nüfusun yok edilmesi” ya da “soykırım” olarak kabul etmesi ve bundan özür dilemesi istenmektedir.

ii. Yüksek doğurganlık ve ölümlülük hızlarının egemen olduğu bir dönemdeki nüfusu; temel kaynaklardaki verilerden uzaklaştırarak, farklı kaynaklara gönderme yaparak, nüfus büyüklükleri ve nüfus artış hızı dikkate alınmadan tartışma eğilimi öne çıkarılmaktadır. Böylece ilk nedende sözkonusu edilen soykırım iddiasının geçerliliğine dayanak aranmaktadır.
Nüfus bilim tarihinde bilinen ilk örnekler ise çok açık ve çarpıcıdır: Batıda özellikle Kuzey ülkeleri nüfus dinamiklerine ilişkin kilise kayıtları güvenilir kabul edilmektedir. Kaynak gösterilen kişi Thomas R. Malthus’tur. T.R. Malthus “Nüfus İlkesi Üzerine” adlı çalışmasında özellikle kilise kayıtlarından yararlanmaktadır.

Çalışmada papaz yardımcıları tarafından toplandığı belirtilen evlenme, doğum, vaftiz ve ölü gömme olaylarına ilişkin köy, kasaba ve kent yerleşmelerine ilişkin bilgilerden nüfusun büyümesi ve ikiye katlanma biçimleri hesaplanmaktadır. Öte yandan Hıristiyan cemaattan toplanan vergilerin fakirlere dağıtılmasında kilise yönetimi bu kayıtları temel almaktadır.

Avrupa’da 1600-1700 döneminde nüfus dinamiklerine ilişkin tutulan kilise kayıtlarının bu kez devlet örgütleri tarafından; sağlık eğitim, askeri ve vergi amaçlı tutulmaya başlandığı görülmektedir. Uzun yıllara ilişkin bu kayıt bilgileri daha sonraki dönemde hem devletler hem de bilim çevreleri tarafından temel kaynak gösterilmektedir. Nüfus bilimde nerede ise başlangıç noktası olarak kabul edilen bu verilerden üretilen kuramsal görüşlerin (demografik geçiş kuramı), kavramların (nüfusun ikiye katlanması), kabullenmelerin (günümüzde yeterli bilgi olmadığı zaman doğuştaki kadın erkek oranı 105 olarak yada 100 kadına karşı 105 erkeğin doğduğu varsayılır) belli bir dönem ve etnik gruplar için terk edilmesi, bu konuda farklı verilerin öne sürülmesi çok anlamlıdır.

Feodal dönem boyunca Kıta Avrupa’sında krallık ve imparatorlukların ülke adı öne çıkarılarak adlandırılması temel olgu olarak görülmektedir. Hanedan adı burada önemli değildir. Tüm imparatorluklar ve krallıklar ülke adını taşımaktadır. Bu bağlamda Batılı bakış, Osmanlı ‹mparatorluğu yerine Türkler ve diğer etnik grupları öne çıkaran bir söylem geliştirmiştir. Batılı düşünür ve devlet adamları düşüncelerini bu anlayış üzerine temellendirmektedir. Bu tür bir anlayış ve davranışın yalın örneklerini I. Dünya Savaşı öncesinde görmek olasıdır. Savaş sonrasındaki Sevr görüşmelerinde İngiltere önderliğindeki devletlerin Osmanlı İmparatorluğu delegelerine söylemi çok açıktır. “Biz, sizin ülkenizin doğusunda Ermeni, batısında Rum devleti kurulması için harbten önce bunlara söz verdik. Batı’da olduğu gibi bunları da etnik temelde gerçekleştirmek istiyoruz.”

Batının benzer tutumu Lozan Konferansı’nda da görülmektedir. Ne var ki bu görüşmelere getirdikleri nüfus verileri yukarda belirttiğim “kilise - devlet” ikilisi içindeki temel anlayışla uyuşmamaktadır. Dahası Müttefiklerin gizli savaş sözleşmelerinde, Türkiye’yi kendi çıkar bölgelerine ayırmayı, Ermeni ve Rum nüfusa ilişkin sahte istatistikler düzenleyerek büyük toprak vermeyi tasarladıkları İngiliz belgelerinde görülmektedir. Bu uzlaşı doğrultusunda Osmanlı liman kentlerinde ekonomik hayata egemen olan iki etnik grubun (Rum ve Ermeni) seçkinliklerinin ayrılıkçı ve devlet kurma amaçlı örgütlenmeleri hemen başlamıştır.

Örneğin İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edildiği ilk günlerde “kendi anavatanları Ermenistan'ı kurmak, ayağa kaldırmak” amaçlı 27 ticaret kolundan 193 Ermeni zenaatkar tarafından İzmir’de Genel Birlik oluşturulmuştur.

Bu denemenin amacı, Lozan’da yapılan nüfus tartışmalarını kabaca özetlemek ve Türkiye’nin tezlerinin dayandığı nüfus verilerinin kaynağı olan Osmanlı Devleti İstatistik Umumi İdaresi bulguları ile Müttefiklerin verilerini tartışmaktır. Bu tür bir karşılaştırma zaman boyutunda yapılırken nüfus bilimin geliştirdiği bazı kuramlara gönderme yapılarak konferansa sunulan verilerin geçerliği kabaca sorgulanacak ve bir yargıya varılacaktır.

Metnin tamamı için tıklayınız...